SİMGE FOTOĞRAFIN SIRRI
ÇÖZÜLDÜ
Çanakkale
Savaşı'nın simgesi haline gelen yırtık kıyafetli,
ayakkabısız iki Mehmetçiğin yer aldığı fotoğrafın sırrı
çözüldü.
Simge Mehmetçikler'
Çanakkale Savaşı'na katılmamış. fotoğraf 1930'da
çekilmiş
ÇANAKKALE Savaşı'nın
simgesi haline gelen, yırtık elbiseli ve ayakkabısız
Mehmetçik fotoğrafın sırrı çözüldü. Fotoğraftaki
kişilerin Bolu'nun Elmalık Köyü'nden İbrahim Bayseç ile
Niyazi Yıldırım oldukları, İzmir'deki Çiğli
Havaalanı'nda 1930'da işçi olarak çalışırken Alman bir
pilot tarafından fotoğraflarının çekildiği ortaya çıktı.
CHP Bolu İl Teşkilatı'nın
geçen yıl bastırdığı afişlerde babasının fotoğrafını
görünce şaşıran 65 yaşındaki Seyran Bayseç, "Babamın o
fotoğraf ile savaşın simgesi haline geldiğini öğrendim.
Ancak babam 1911 doğumlu. Yani Çanakkale Savaşı
başladığında 4 yaşındaydı.
O fotoğraf babam Çiğli
Havaalanı'nda işçi olarak çalışırken çekilmiş"
dedi.Çanakkale Savaşı'nın simgesi olarak partilerin,
dernek ve odaların, birçok resmi ve özel kurumların
afişlerinde kullandığı fotoğrafta yırtık kıyafetleri,
ayakkabısız halleriyle gazete ve televizyonlara konu
olan, Çanakkale Savaşı'nda vatanı için savaşan askerler
lanse edilen kişilerin Bolu'nun Elmalık Köyü'nde oturan
İbrahim Bayseç ile Niyazi Yıldırım oldukları ortaya
çıktı. Bayseç ve Yıldırım'ın, İzmir Çiğli Havaalanı'nda
işçi olarak çalışırken bir Alman pilota poz verdikleri,
pilotun torununun geçen yıllarda fotoğrafı internette
satışa çıkarması üzerine fotoğraf Çanakkale Savaşı ile
simgeleşti.
CHP AFİŞİNDE BABASINI
GÖRDÜ
CHP Bolu İl Teşkilatı'nın
seçim propagandası çalışmaları kapsamında bastırdığı
afişlerde babasının fotoğrafını görünce şaşıran 3 çocuk
babası müteahhit Seyran Bayseç, partiye giderek
fotoğrafı nereden bulduklarını sordu. Fotoğrafın
Çanakkale Savaşı'nın simgesi olduğu cevabını alınca
şaşkınlığı artan Seyran Bayseç, "Babam Çanakkale
Savaşı'nda 4 yaşındaydı. Nasıl böyle bişey olabilir?"
diyerek şaşkınlığını söyledi.
FOTOĞRAF ÇİĞİLİ
HAVAALANINDA ÇEKİLDİ
Bolu Dağı eteğinde bulunan
Elmalık Köyü'nde yaşayan Seyran Bayseç, babasının
1982'de, Niyazi Yıldırım'ın ise 1994'te köyde
hayatlarını kaybettiğini söyleyerek, fotoğrafın öyküsünü
şöyle anlattı:"Babamın o dönemde 4 yıl süren askerliği
yapmak üzere gitmesinden yaklaşık 1 yıl önce yani 1930
yılında İstanbul- Ankara tren hattını döşemek için bizim
köye Alman bir ekip gelmiş. Köyde 2-3 ay kalmışlar.
Ancak Bolu Dağı'nı geçemeceyeceklerini anlayınca
vazgeçmişler. Köyden giderken de `Bizimle çalışmak ister
misiniz?' diyerek 12 kişiyi yanlarında götürmüşler.
Onların içinde babam ve fotoğrafta yanında bulunan
Niyazi Yıldırım da varmış. Çiğli Havaalanı'nda
çalışmışlar. Ancak, paralarını alamamışlar. 10 kişi köye
dönmüş. Babam ve Niyazi amca da 6 ay çalıştıktan sonra
paralarını alamayınca köye dönmek için şantiyeden
çıkmışlar. O sırada bir Alman pilot fotoğraflarını
çekmiş. Babam ve Niyazi amca köyümüze ancak bir ayda
gelebilmişler. Babam sağken, bize bu fotoğraftan söz
ederdi. `Bir Alman bizim fotoğrafımızı çekti' derdi."
"YANLIŞI DÜZELTMEK İÇİN
ÇALIŞTIM"
Çanakkale Savaşı'nda
babasının 4 yaşında olduğunu kaydeden Seyran Bayseç
şöyle devam etti:"Benim babam Çanakkale harbine
katılmadı. Parti afişinde babamın fotoğrafını görünce,
bu yanlışlığı düzeltmek için çaba harcadım. Bir
televizyon programına katılmak istedim. Ancak, programa
kabul edilmedim. Bana fotoğrafın bu şekilde kullanılması
nedeniyle mahkemeye başvurmamı söylediler. Ben de `Neden
mahkemeye başvurayım?' dedim. Ben babamın fotoğrafının
bu şekilde kullanılmasından rahatsız değilim. Ancak
bunun doğrusunu da ortaya çıkarmak istiyordum.
Genelkurmay Başkanlığı'ndan babamın nasıl bir asker
olduğunun ortaya çıkarılmasını istedim. Böylece, o
fotoğrafın Çanakkale harbinde çekilmediğini
kanıtlayacaktım. Çünkü babam İzmir'den geldikten kısa
bir süre sonra askere gitti. Askerliği'ni Siirt'te
yaptı. Orada `Dersim ayaklanmasının' bastırılmasında
görev aldı. Babam, başarılı bir askerdi. Hatta 4 yıl
sonra askerden gelince Bolu Alay Komutanlığı'nda
başarısından dolayı mükafatlandırılmıştı. Niyazi amca da
babamla aynı dönemde yaptı askerliğini. Ama bildiğim
kadarıyla o Adapazarı'nda yaptı."Annesi ve babasının
birlikte çekilmiş fotoğrafını gösterip, iki fotoğrafı
karşılaştıran Seyran Bayseç, "Babam iki fotoğrafta da
aynı pozu vermiş. Bu iki fotoğrafa baktığınızda, o
fotoğraftaki kişinin babam olduğunu kolaylıkla
anlayabilirsiniz" dedi.
Çanakkale Savaşları
sırasında metrekareye düşen 6 bin mermi, Gelibolu
Yarımadası'ndaki Özel Salim Mutlu Müzesi'nde 1
metrekarelik özel bir bölümde sergileniyor.
Eceabat ilçesi Alçıtepe Köyü'nde Salim Mutlu tarafından
oluşturulan, savaş hatıralarının yer aldığı müze,
Çanakkale Savaşları'nda yaşananlara adeta tanıklık
ediyor.
Müzede, 97 yıl önce Gelibolu Yarımadası'nda yaşanan
savaşta, Türk, Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiliz
askerlerinin ardında bıraktıkları materyaller yan yana
sergileniyor. Tüfekler, bombalar, şarapnel parçaları,
havada çarpışan mermiler ve daha birçok kalıntı müzede
yer alıyor.
İSTANBUL'DA POLİS, YAKALANAN PKK'LILARA
ÇANAKKALE ZAFERİNİ ANLATIYOR
Terör
örgütü PKK ile mücadele eden İstanbul Emniyet'i polisiye
tedbirlerin dışında farklı bir yöntem uygulamaya
başladı.
Yakalanan militanlara Çanakkale Zaferi'ni ve şehitleri
anlatan polis, olumlu sonuçlar alınca uygulamayı
genişletme kararı aldı. Emniyet, önce Çanakkale'de yatan
Kürt kökenli şehitlerin kabirlerini gösteren özel bir
fotoğraf albümü hazırlattı. Bu fikir, Emniyet'e
gönderilen ilginç bir mektubun sonrasında ortaya çıkmış.
Cezaevinde bulunan bir militana ait mektuptaki "Babamın
tavsiyesi üzerine gittiğim Çanakkale'de, şehitlerimizi
gördükten sonra terör eylemi yapamadım ve polise teslim
oldum." ifadeleri polisi harekete geçirdi. Emniyet,
terörle mücadelede Çanakkale Zaferi'nin hatırlatılması
yöntemini 81 ilin emniyet müdürlüğüne yazı ile tavsiye
etti.
İstanbul
Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü "Bölücü Terörle Mücadele
Büro Amirliği" birkaç senedir eğitim amaçlı yöntemlere
ağırlık veriyor. Görevli polisler Çanakkale'ye giderek
Doğu ve Güneydoğulu şehitlere ait mezar taşlarının tek
tek fotoğraflarını çekerek özel bir albüm hazırladı.
Albüm, TEM Büro'ya sorgulanmak üzere getirilen terör
örgütü mensuplarına ve onların ailelerine gösteriliyor.
Bir emniyet mensubu, çalışmanın amacını şöyle anlatıyor:
"Osmanlı İmparatorluğu'nda Türkler, Ermeniler, Araplar,
Rumlar ve Kürtler olmak üzere beş asli unsur vardı. Ne
yazık ki beşinci unsur Kürtler üzerinde bugün ciddi
oyunlar oynanıyor. Bu oyunun dış kaynaklı olduğu
unutulmamalı. TEM Şube'de sözün bittiği zaman dilimleri
oluyor. O zaman şubeye getirilen terör örgütü
mensuplarına yönelik davranışlarımız, göz göze
gelmelerimiz önemli oluyor. Bu fotoğraflarla onlara
güzellikle şunu anlatmaya çalışıyoruz. Çanakkale'de o
gün bizleri bir araya getiren o his ne ise bugün de bu
ülkede bizleri bir arada tutan his aynı." Söz konusu
mücadele yönteminde terör örgütü mensubundan gelen bir
mektubun da etkisi olmuş. Vanlı bir terör örgütü mensubu
İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne cezaevinden
yazdığı mektubunda, Çanakkale'nin kendisi üzerindeki
etkisini anlatmış. Terör örgütü PKK üyesi, mektubunda
örgüte katılacağını hisseden babasının sözlerinden
hareketle hislerini ifade etmiş.
Daha
sonra polise teslim olan Vanlı gencin mektubu hâlâ
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü'nde saklanıyor. Vanlı genç, polise teslim
olduktan sonra örgüt üyesi olarak geçirdiği yedi yılı,
yaptığı eylemleri de bir bir polise anlatmış. Genç
bununla da kalmayıp 250'ye yakın terör örgütü mensubunun
fotoğrafını tek tek teşhis etmiş. Söz konusu bu olay
ilerleyen günlerde TEM Şube'de görev yapan bir
başkomiser tarafından kaleme alınan kitapta da yer
alacak.
Çanakkale'ye giden İstanbul TEM Şube personelinin
çektiği bir fotoğrafta yan yana yatmakta olan Doğu ve
Güneydoğulu dört şehit mezarı dikkat çekiyor. Söz konusu
dört mezar Diyarbakır doğumlu Mehmet oğlu Selahattin'e,
Kars doğumlu Mahmut oğlu Ahmet'e, Mardin doğumlu Askeri
oğlu Ahmet'e ve Van doğumlu Mustafa oğlu Ahmet'e ait.
BİR
PKK'LININ İBRETLİK MEKTUBU
"Babam
bana 'Oğul bir gün bu ülkeye ihanet etmek istersen şehit
düşmüş olan Çanakkale'deki dedenin mezarını ziyaret
etmeden karar verme. Oraya git orada bulun ondan sonra
ne yaparsan yap.' dedi. Ben buna rağmen örgütün dağ
kadrosuna katılmak üzere Kandil Dağı'na gittim. Yedi
yıla yakın orada eğitim gördüm. Bomba konusunda
profesyonel bir eylemci olarak ortaya çıktım. Oradaki
eğitimden sonra beni İstanbul'a çeşitli eylemler
düzenlemek üzere gönderdiler. Eylem saatini ve bana
gelecek olan malzemeleri beklemeye başladım. İlk eylem
talimatımı almıştım. Verilen eylem insanın kanını
donduracak nitelikte bir eylemdi. Eylemi hemen
gerçekleştirme konusunda tereddüt ettim. İçimde
yaşadığım çelişki beni Çanakkale'ye gitmeye mecbur etti.
Oraya gidip dedemin mezarını bulduğumda ise hüngür
hüngür ağladım."
ÇANAKKALE'DE 18 MART'TA
BATIRILAN İLK GEMİDE YENİ BULGU
Çanakkale Deniz Savaşları sırasında, 18 Mart 1915'te
Çanakkale Boğazı'nda ilk olarak sulara gömülen
Fransızların "Bouvet" adlı zırhlısının batırılmasıyla
ilgili yeni bir bulguya rastlandı. Buna göre, zırhlının
hem mayın çarpması ve top atışlarına maruz kaldığı hem
de içerideki bir patlamanın etkisiyle çok kısa sürede
sulara gömüldüğü belirlendi.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.
Mithat Atabay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Selçuk
Kolay'ın yürütücülüğünde, kendisinin yanı sıra Okan
Taktak ve Savaş Karakaş'ın da bulunduğu "Derinden
Yansımalar" adlı kitap projesi gerçekleştirildiğini
söyledi.
Projenin Çanakkale Boğazı, Saros Körfezi, Gökçeada,
Bozcaada yakınlarında, Çanakkale Savaşları'nda batan 33
geminin yerlerinin tespit edilip nasıl ve zaman sulara
gömüldüğünün ortaya çıkarılmasını amaçladığını aktaran
Atabay, Kolay, Taktak ve Karakaş'ın, gerekli izinler
alındıktan sonra dalış yaparak gemilerin su altı
fotoğraflarını çektiğini dile getirdi.
Atabay, Çanakkale Boğazı'nı geçerek İstanbul'a ulaşmayı
hedefleyen İtilaf Kuvvetlerinin, o dönem son
teknolojiyle donatılmış gemilerle Çanakkale önlerine
geldiğine işaret ederek, şöyle konuştu:
"Fransızların Bouvet gemisi, Kumkale açıklarında deniz
savaşının ilk günü olan 18 Mart'ta boğazın karanlık
sularına gömüldü. Bouvet'in mayına çarparak ya da top
atışlarıyla battığı yönünde bazı tartışmalar yaşanmıştı.
Bu çalışma sırasında geminin içinde bir patlamanın da
olduğu ortaya çıktı. Bu çerçevede zırhlının hem mayın
çarpması ve top atışlarına maruz kaldığı hem de
içerideki bir patlamanın etkisiyle çok kısa sürede
sulara gömüldüğü anlaşıldı."
Olayda, gemide bulunan 639 denizciden 603'ünün öldüğünü
bildiren Atabay, o gün su sıcaklığının 8 derece
civarında olması nedeniyle askerlerin suda şok geçirip
hayatlarını kaybettiğini tahmin ettiklerini belirtti.
Bouvet'in, 18 Mart'ta yapılan saldırıda ikinci hat
gemiler içinde yer aldığını aktaran Atabay, şu bilgileri
verdi:
"Birinci hat ilk saldırıyı gerçekleştirdikten sonra
komutanın emriyle ikinci hat gemiler ön plana çıkmıştı.
İşte tam bu sırada hem top atışları hem mayına çarpması,
bir taraftan da içeride bir infilak gerçekleşmesi sonucu
Bouvet, yan yatarak ve yanarak 55 saniyede sulara
gömüldü. Su altında geminin 3 boyutlu fotoğrafları
çekildi. Bu konuda çalışma yapan diğer insanlarla da
tartışıldı. Belgeler gözden geçirildi. Böyle bir sonuç
elde edildi. Geminin gövdesinde, dışarıya doğru açılan
delikler var." Bouvet zırhlısı
Pre-dreadnought tipi bir savaş gemisi olan Bouvet, 16
Ocak 1893'te yapılmaya başlandı. 27 Nisan 1896'da kazığa
indirildi ve 1 Haziran 1898'de tamamlanıp hizmete
alındı.
Bouvet,18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nın 7 mil içinde
ilerleyen savaş filosunda 4'lü Fransız gemilerinin
soldan 3'üncüsüydü. Öğleye doğru İngiliz donanması
bombardımana uzaktan devam ederken Fransız gemilerine
yakın bombardıman emri verildi. Gaulois ve Suffren,
kalelerden açılan ateşle ağır hasar aldı.
Türk topçusu 5 kez Bouvet'i vurdu ve öndeki topu etkisiz
hale geldi. Bouvet, Erenköy Koyu'na doğru manevra yaptı.
Saat 13.54'te sancak (sağ) topunun tam altından fark
edilmemiş bir mayına çarptı ve çok şiddetli bir patlama
yaşandı. Bunun ardından Bouvet, kısa sürede suya
gömüldü.
CANLI TARİH FATMA
NİNE...
Çanakkale'nin
Eceabat İlçesi'ne bağlı büyük Anafarta Köyü'nde yaşamını
sürdüren 97 yaşındaki canlı tarih Fatma Hızal, savaş
sırasında ve sonrasında yaşadığı olayları anlatırken
gözyaşlarına engel olamadı.
Çanakkale'nin Eceabat
İlçesi'ne bağlı Büyük Anafarta Köyü'nde doğan 97
yaşındaki Fatma Hızal, savaş sırasında köylerinin de
bölgeye yakın olması sebebiyle büyük sıkıntılar
çektiklerini ifade ederek, "Savaşın sonlarına doğru olan
bölümü hatırlayabiliyorum. Bir gün 'Atatürk köyünüze
gelecek' dediler. Bütün köylüler onu karşılamak için
hazırlıklara başladı. Ben de o sıralarda ilkokula
gidiyordum. Öğretmenimiz de şiir okumak için beni
görevlendirmişti. Birden karşıdan atıyla birlikte
köyümüze giriş yaptı. Başında kalpak vardı. Bütün
köylüler onu alkışlarla karşıladı. Ben de o sırada
öğretmenimizin bana verdiği şiir ezbere Atatürk'e
okudum. Şiiri büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk daha
sonra muhtarlarla birlikte köy muhtarlığına gitti.
Kendisine köyde birkaç hayvan kesilerek ikram verildi.
Atatürk karşısında şiir okurken çok heyecanlanmıştım"
dedi.
7 yaşındayken 90 yıl önce
Atatürk'e okuduğu şiiri aynı heyecanla bir kez daha
okuyan Fatma Hızal, zaman zaman heyecanlı anlar da
yaşadı. Şiirini okuduktan sonra memlekete gençlerin
sahip çıkmasını da isteyen Fatma Hızal, vatanın bölünmez
bütünlüğü için herkesin elinden geleni yapmasını istedi.
Savaşın gerçek yüzünü çok
iyi bildiğini Hızal, "Savaş sırasında bizlerden köyümüzü
terk etmemiz istendi. Biz de fakir halimizle evlerimizi
bırakıp üzerlerimize birkaç eşya aldıktan sonra burada
bulunan bazı araçların arkasına binip Gelibolu İlçesi'ne
ait köylere gittik. Orada bir süre yaşadık. Fakir
olmamız nedeniyle ekmek alacak paramız yoktu. Mahallede
bulunanlar ise bana 'Sen burada bulunan mahalleliyi
davul çalarak sahura kaldır. Bizler de sana biraz
harçlık veririz' dedi. Ben de bu şekilde davul çaldım. O
paralarla ekmek alıp karnımızı doyurduk" dedi. Bu
sözleri anlatırken gözyaşlarına engel olamayan Fatma
Hızal, "Savaşın ne demek olduğunu burada çok iyi
anlayabilirsiniz" dedi.
"BİRLİKTE OYNADIĞIMIZ RUM
KIZLARI BİZLERİ KESECEKLERİNİ SÖYLÜYORLARDI"
Aynı köyde oyun oynadıkları
Rum kızlarının savaş sırasında "Siz Türkler'i kıtır
kıtır keseceğiz" dediklerini de belirten Fatma Hızal,
"Rum kızlarıyla çok iyi arkadaştık. Savaşla birlikte
onların bize karşı davranışları da değişti. Bir gün
yakın arkadaşım olan bir Rum çocuk 'Sizi kıtır kıtır
keseceğiz' dedi. Ben de ona 'Biz sizi keseceğiz' dedim.
Sabah bir kalktık. Köyde bir tek Rum kalmamış. Herkes
köyü terk etmiş. Hepsi kaçmışlar. O günden sonra da
Rumlar'dan kimse burada kalmadı. Savaş çok kütü bir şey"
dedi.
Büyük Anafarta Köyü'nde tek
göz odalı evinde yaşamını sürdüren 97 yaşındaki Fatma
Hızal, dinç dimağı ile zaman zaman kendisini ziyaret
edenlere savaş sırasında yaşadıklarını anlatmaya devam
ediyor.
KESKİN NİŞANCI KADINLAR MÜCADELE
VERDİ
Kahramanlık destanının
yazıldığı Çanakkale Savaşları'nda Türk kadın savaşçılar
Gelibolu Yarımadası'nın her karış toprağında yatan
Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştı.
Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi Prof.Dr. A. Mete
Tunçoku, daha önce inceleme fırsatı bulduğu Avustralya
ve Yeni Zelanda arşivlerinde bu konuyla ilgili pek çok
belgeyle karşılaştığını söyledi.
Özellikle o dönemde
askerlerin "Keskin nişancı Türk kadınları", "Türk kadın
savaşçıları" konularını anlatan mektup ve günlükleriyle
karşılaştığını anlatan Tunçoku, Avustralya Piyade Er
J.C. Davies'in annesine yazdığı şu mektupta kahraman
Türk kadın savaşçılarından bahsedildiğini anlattı:
"Benim de vurulduğum 18
Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda
çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve
çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir
Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm"
Prof. Dr. Tunçoku, Mısır'da
yayınlanan "The Egyptian Gazette" adlı gazetede yer alan
ve bir askerin İskenderiye'den ailesine yazdığı
mektubunda, Türk kadın savaşçılardan şöyle
bahsedildiğini söyledi:
"15 Ağustos 1915 pazar günü
savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi
aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel
parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda
ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi
altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi
bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız.
Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle
uyum sağlamış."
Prof. Tunçoku, Yeni
Zelanda'dan savaşmak için gelen Otago Birliği'ne mensup
bir askerin de savaştan sonra ülkesine döndüğünde,
kendisiyle yapılan ses kayıtlı görüşme sırasında, "Bir
keskin nişancı Türk savaşçısını yakalamak için operasyon
düzenlediklerini, bu nişancıyı ele geçirdiklerinde
şaşırıp, kadın olduğunu gördüğünü" söylediğini ifade
etti.
BOMBARDIMAN ALTINDA TEK KADIN GAZETECİ
ÇANAKKALE
Savaşları'nı izleyen Bulgar gazeteci Wanda Zembrzuska'nın, Çanakkale
cephesinde görev yapan tek kadın muhabir olduğu belirtildi.
Yıllardır Osmanlı arşivlerinde
Çanakkale Savaşları'nı araştıran Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
(ÇOMÜ) Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Esenkaya,
kayıtlarda Bulgar gazeteci Wanda Zembrzuska'nın Çanakkale cephesinde
görev yapan tek kadın gazeteci olarak göründüğünü söyledi. Cepheye
Batılı ülkelerden 50'den fazla gazetecinin gelip haber yaptığını
belirten Yrd. Doç. Dr. Esenkaya şunları söylerdi:
''Çanakkale cephesi açıldıktan sonra,
birinci Cihan Harbi'nin diğer cephelerinde oldukça bir yavaşlama,
hatta bekleme süreci başlıyor. Çünkü Çanakkale'de İngilizler
kazanırsa, ki ümitleri tamamen o. Hemen İstanbul'u elde edip Mayıs
ayında Almanlar'a karşı güçlü bir taarruzla Almanlar'ın işini
bitirip, harbi en geç Haziran 1915'de tamamlamayı planlıyorlardı.
Fakat Türkler'in hem 18 Mart, hem de sonrasında kara muhaberelerinde
kahramanca mücadelesi sonucunda bütün devletler Gelibolu'da ne
oluyor diye hiç umulmadık derecede sayısı 50'yi aşkın muhabirler
grubunu bölgeye gönderiyordu. Wanda hanım da bunlardan biri.
Bulgaristan'ın Otro Gazetesi'nin muhabiri Wanda Zembrzuska, 19
Ağustos 1915'te savaşları takip etmek için Osmanlı Genel
Karargahı'ndan izin talep etmiş. O zaman henüz 24 yaşında olan
Bulgar gazeteci, Romence, Fransızca, Bulgarca ve Almanca biliyor.
Cephedeki ilk haberini ise Otro gazetesine 2 Eylül 1915'te
ulaştırmış.''
YERALTINDAKİ ORDU KARARGAHI
Osmanlı arşivlerinden Bulgar
gazetecinin 13 günlük serüvenini incelediğini ve 5 haberini
bulduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Esenkaya şöyle devam etti:
''Bunların ilkinde, İstanbul'dan çıkıp
Tekirdağ'a kadar olan yolculuğundan bahsediyor. Bir torpido botuna
bindiklerini belirtiyor ve İstanbul'daki Çanakkale harbinin izlerini
çok net biçimde aktarıyor. Tekirdağ'da mola verdiklerinde, cepheye
yiyecek götüren deniz araçlarının tamamen bakliyat, kavun ve karpuz
yüklü olduğunu gördüğü bilgilerine yer vermiş. Bu bilgiler ise bugün
bize her yerden Çanakkale'ye büyük bir destek sağlandığını
gösteriyor. Karargah izlenimlerini anlatan bir diğer haberinde ise,
karargaha yaklaşırken bir uçak bombardımanı ile karşılaştıklarını,
ancak ciddi anlamda bir panik yaşamadıklarından bahsediyor. Bir
başka haberinde bir yüzbaşı tarafından götürüldükleri Liman Von
Sanders ile karşılaşmasında, 64 yaşındaki komutandan 'ne kadar diri
duruyor' diye bahsediyor. Ayrıca 5'inci Ordu karargahının toprak
üstünde olmadığını, tamamen zeminde olduğu bilgisini veriyor. Mesela
bizde böyle bir bilgi yoktu. Onun anısından öğrendik. Alman Paşa
Liman Von Sanders ile yaptığı konuşmaya ilişkin notlarında ise
Sanders'in kendisine, 'Cephede tek kadın muhabir olarak görev
yapmaktan korkmuyor musunuz' diye sorduğundan bahsediyor. Ayrıca
etraftaki iki farklı karargahtan bahsediyor. Birisi Alman, diğerinin
ise Türk geleneklerine uygun karargahlar olduğunu söylüyor.''
AMİRAL BATIRAN MUHRİP!
NATO
tatbikatı sırasında ABD uçak gemisinden atılan füzelerle yanlışlıkla
vurulan TCG Muavenet Muhribi ile Çanakkale kahramanı Muavenet-i
Milliye'nin hikâyesi 'belgesel' oldu. Belgesel yapımcısı Savaş
Karakaş, yeni çalışmasında aynı ismi taşıyan iki Türk muhribini;
"Muavenet"leri anlattı.
Ahmet Saffet idaresindeki Muavenet-Milliye, 12 Mayıs 1915 gecesi
Çanakkale Boğazı'nda İngiliz Savaş gemisi H.M.S Goliath'ı 570
askeriyle batırarak destan yazmıştı.
Olayın ardından İngiliz Bahriye Nezareti Birinci Lordu W. Churchill
ve Kurmay Başkanı Amiral Lord Fisher, istifa etmişti. İkinci muhrip
TCG Muavenet ise, 1 Ekim 1992'deki NATO tatbikatı sırasında ABD'nin
"Saratoga"dan atılan füzeyle vurulmuş ve 5 Türk denizcisi ölmüştü.
ZAFER'İN CANLI ŞAHİDİ
7
çocuk 21 torun 3 tane torunun torunu bulunan Tayiş Ediz,
1. Dünya Savaşı'nı gördüğünü ve o yılları yaşadığını
belirterek, Kırıkkale Yahşihan mühimmat depolarından
mermi ve silahları cepheye taşıdığını, o günlerde çılgın
Tayiş lakabını aldığını anlattı.
Savaş döneminde Türk
milletinin çok sıkıntı çektiğini anlatan Tayiş Nine, "Bu
millet kazandıkları zaferleri kolay kazanmadı. Atatürk
bu millete inandı ve Türk milleti dünyaya birlik ve
beraberliğin ne olduğunu öğretti" diye konuştu.
Mustafa Kemal Atatürk'ün
çektiği sıkıntıyı kimsenin çekmediğini belirten Tayiş
Ediz, "Şimdi sıkıntı çektiklerini söyleyenlere ben
gülüyorum çünkü Türk milleti sıkıntının ne olduğunu 1.
Dünya Savaşı'nda gördü ancak buna rağmen hiç kimseye
boyun eğmedi, dilenmedi, imanına ve Türklüğüne güvenerek
bu ülkeyi düşmana karşı amansızca savundu" dedi.
Tayiş Nine, "7 sene kıtlık
gördük. Şimdiki gençlik ne gördü ki bizler ne sıkıntılar
çektik. Atatürk bu vatanı bizlere kazandırmak için
elinden geleni yaptı. Atatürk altında bir at ile köy köy
gezerek savaşları kazandı. Yeni nesil, topraklarımıza
Atatürk gibi sahip çıkmalı. Benim yaşadıklarım ve
gördüklerim anlatmakla bitmez" şeklinde konuştu.
Tarihi ulu çınar olan Tayiş
nine eşini otuz yıl önce kaybetmiş. Kızı Gülsüm (65) ve
damadı Mehmet ile müstakil bir evde beraber yaşayan
Tayiş Nine, hayatı boyunca hiç doktora gitmediğini,
yemek ayrımı yapmamakla birlikte yoğurt, pekmez, turşu
ve sebze yemeklerini tercih ettiğini anlattı.
Hayatı ve yaşamayı çok
sevdiğini belirten Tayiş Nine hiç sinirlenmediğini,
kendisini ziyarete gelenlerden çok memnun olduğunu ifade
etti.
YARALILAR MUAYENE OLMADAN ŞEHİT
OLDULAR
Ege Üniversitesi (EÜ) Türk
Dünyası Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen
"Çanakkale Muharebelerinde Sağlık Meseleleri" konulu
seminerde konuşan Türk Tarihi Anabilim Dalı Araştırma
Görevlisi Mertcan Akan, savaşta birçok yaralının henüz
muayenesine başlanmadan şehit olduğunu söyledi.
EÜ Türk Dünyası
Araştırmaları Enstitüsü tarafından her hafta çarşamba
günleri düzenlenen seminerlere bir yenisi daha eklendi.
Türk Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Mertcan
Akan tarafından düzenlenen seminerin konusu, Çanakkale
Zaferi'nin yaklaşan yıldönümü nedeniyle "Çanakkale
Muharebelerinde Sağlık Meseleleri" oldu. Enstitü
binasında düzenlenen seminerde, Osmanlı Devleti'nin o
yıllardaki durumu, savaşa nasıl girdiği ve Çanakkale
Savaşı'nın önemine değinen Akan, savaşa katılan
komutanların ve askerlerin ağzından sağlıksız savaş
koşullarının aktarıldığı anektodlar sundu.
Cephedeki en büyük sorunun
susuzluk olduğunu söyleyen Mertcan Akan, "Cephede ortaya
çıkan sağlık sorunları çok büyüktü. Özellikle ishal,
sıtma ve iskorbüt gibi hastalıklar nedeniyle birçok
asker şehit olmuştur. Cephedeki en büyük sorun ise iki
tarafın da suyla çevrili olmasına rağmen susuzluktu.
Savaş sırasında gölgede ölçülen sıcaklıklar 84 dereceyi
buluyordu. Savaş ortamında susuzluğun ne boyutlara
geldiğini tahmin etmek çok güç değildir" dedi.
Ameliyat ve
dezenfektasyonun zor koşullarda yapıldığını ifade eden
Akan, "Birçok yaralı henüz muayenesine başlamadan şehit
olmuştu. Ameliyatlar, yetersiz malzeme ve hijyen
eksikliği yüzünden oldukça zor yapılıyordu. Bu nedenle
özellikle kemik ameliyatlarından sonra kangren ve gazlı
kangren sonuçları artmıştı" diye konuştu.
Savaşın psikolojik
etkilerine de değinen Mertcan Akan, "Böyle bir savaş
ortamında akıl sağlığını korumak da oldukça zor. Bu
yüzden özellikle İngiliz askerler arasında birçok
intihar vakası gerçekleşmiştir. Savaşın sonunda 180 bin
436 şehit ve yaralımız vardı. Bunlardan 22 bin 610'u
sağlık nedenleriyle yaralanmış ve şehit olmuştu"
şeklinde konuştu.
ATATÜRK'ÜN ÇANAKKALE'DE
MEDYADA YER ALAN
İLK FOTOĞRAFINA ULAŞILDI
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Esenkaya, Atatürk'ün Çanakkale
Savaşları sırasında medyada ilk kez yer alan fotoğrafına
ulaştığını bildirdi.
Esenkaya, yaptığı açıklamada, ''Çanakkale Savaşları
Sırasında Türk Basınında Mustafa Kemal'' adlı
araştırmasını tamamladığını söyledi.
Atatürk'ün, dönemin Donanma Mecmuası adlı derginin 27
Ekim 1915 tarihli sayısında, cephede Anafartalar
Komutanı olduktan sonra kendisine tahsis edilen bir
otomobilin içinde görülen ilk fotoğrafının yer aldığını
belirten Esenkaya, ancak fotoğrafın altında ismine yer
verilmediğini ifade etti.
Ahmet Esenkaya, 29 Ekim 1915 tarihli dönemin saygın
gazetelerinden Tasvir-i Efkar'da da Atatürk'ün bir
fotoğrafına yer verildiğini, fotoğrafın altında ise şu
ifadelerin bulunduğunu kaydetti:
''Çanakkale Deniz Savaşları'nda olağanüstü yararlılık
gösteren, olağanüstü şeref ve şanlı muharebe yapan,
boğazları, halifelik makamı olan İstanbul'u kurtaran
komutanlarımızdan güçlü, hamiyetli, saygın Albay Mustafa
Kemal Beyefendi.''
Esenkaya, bu fotoğrafın yayımlanmasının ardından Enver
Paşa'nın son derece kızdığını, gazetenin sahibi Yunus
Nadi'ye, milletvekili olduğu için bir şey diyemediğini,
ancak bazı gazete görevlilerini hapsettirdiğini ve
birkaç gün gazeteyi kapattırdığını anlattı.
Donanma Dergisi'nin ''Şen Satırlar'' adlı 9 Aralık 1915
tarihli sayısında İstanbul'dan Gelibolu Yarımadası'na
gelen ayan ve milletvekilleri heyetinin Atatürk ile
birlikte çekilmiş 4 fotoğrafının kullanıldığını, ancak
Atatürk'ün adından hiç bahsedilmediğini anlatan Esenkaya,
şu bilgileri verdi:
''Bu olay, dönemin politik düşüncesini yansıtıyor. Ama
konu Harp Mecmuası'na gelince iş değişiyor. Propaganda
amaçlı, Enver Paşa'nın emriyle çıkarılmış Harp
Mecmuası'nın 1915 yılı aralık ayı sayısında 3'te 1
boyutta 'Anafartalar Kumandanı Miralay Mustafa Kemal'
altyazılı temiz bir fotoğraf yayımlanıyor.''
Esenkaya, yine Harp Mecmuası'nın 4'ncü sayısının
kapağında, Gelibolu Yarımadası'ndaki Kireçtepe'de gazi
askerlerin mermilerle yaptığı anıtın önünde Atatürk'ün
yer aldığı fotoğrafın altında ise ''Çanakkale'de
Kireçtepe'de büyüklüğüne söz bulunmayan, her an
canlarını feda eden o mübarek şehitler yatar'' diye bir
ibarenin yer aldığını, Atatürk'ün isminden hiç
bahsedilmediğini söyledi.
Bu çalışmasıyla ilk kez Mustafa Kemal Atatürk'ün
medyadaki görünümünü ve şöhretini ortaya koyduğuna
işaret eden Esenkaya, Enver Paşa'ya rağmen Atatürk'ün
Çanakkale'de yakaladığı şöhrete ve medyada yer almasına
kimsenin engel olamadığını sözlerine ekledi.
Anzakların torunları,
Dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olarak
tarihteki yerini alan Çanakkale Savaşı'nın 91.
yıldönümünde, savaşta yaşamını yitirenlere saygılarını
sunmak üzere her yıl Gelibolu'da buluşuyor ...
Ağustos 1914... Osmanlılar Balkan felaketinin
yıkıntılarını onarmaya çalışırken Berlin, Londra ve
Paris’te milyonlar coşku içinde cepheye koşuyordu.
Savaşın en geç Noel’e kadar biteceğinden kuşku duyan çok
azdı. Ne var ki erken bir zafer umudu sonbahar
yağmurlarıyla birlikte, İsviçre sınırından Manş
Denizi’ne kadar uzanan siperlere gömülüp kaldı.
Bu durum savaşın müttefik liderlerini görüş ayrılığına
sürükledi: “Avrupacılar” diye adlandırılan birinci grup
bütün kaynakların batı cephesine aktarılmasını, her ne
pahasına olursa olsun siperlerin yarılarak geçilmesini
savunurken, diğer grup ise doğudan dolaşılmasından
yanaydı. Marmara Boğazları aşılırsa Osmanlılar savaştan
çekilir, Rusya’ya destek götürülebilir ve bu sayede
Almanya geniş cephelerde sıkıştırılabilirdi.
Akdeniz’den gelecek bir saldırı Osmanlıların beklemediği
bir şey değildi. Savaş bulutları toplanırken Rusların
İstanbul yakınlarına bir çıkarma planladıkları
biliniyordu. Keza İngilizler ve Ruslar 1914 yazında
Osmanlıların bütün yaklaşma girişimlerini geri
çevirmişlerdi. 3 Kasım 1914’te Çanakkale’ye yapılan
bombardıman ise güneyden gelmekte olan yeni tehlike için
ek bir uyarı oldu. 1915 başlarında Mısır ve
Yunanistan’dan gelen istihbaratlar ile müttefik
gemilerinin Akdeniz’deki faaliyetleri, çatışmanın
yaklaştığını haber verdi. Büyük kapışma için tarihi
sahne hazırlanırken, yeniden yapılandırılan Türk
ordusunun yarısını oluşturan 21 tümen Trakya ve
Boğazlar’da toplanmaktaydı.
Çanakkale’nin ilk raundu Şubat 1915’te başladı.
İngilizler kıyı tabyalarını yıkmak için 18 Mart’a kadar
yedi büyük bombardıman yaptılar. Mart’ın ilk haftasında
da kıyıya birkaç akın yaparak Seddülbahir’deki topları
yok etmeye çalıştılar. Ölüm bu topraklara dönmüştü ve
tıpkı batı cephesinde olduğu gibi burada da askerlerin
çoğu düşmanını hiç görmeden son nefesini verecekti. I.
Dünya Savaşı’nda muharebe alanlarının hâkimiyeti
topçunun eline geçmişti. Yüzbinlerce asker son anlarında
sadece yaklaşan top mermisinin ıslığını duydu.
Kastamonulu çiftçiler ve İstanbullu yedek subayların
Cardiffli kömür işçileri, İskoç yaylacıları ve
Avustralyalı koyun çobanlarını yöneten mağrur İngiliz
subayları ile karada karşı karşıya gelmelerinden önce
müttefiklerin Çanakkale’yi denizden geçme umutlarının
tükenmesi gerekiyordu. Bu olay 18 Mart günü meydana
geldi. Türk topçusunun engelleme ateşi nedeniyle İngiliz
mayın tarama filosunun faaliyet gösterememesi ve Nusrat
mayın gemisinin son gece döktüğü ek mayınlar, müttefik
gemi kayıplarının kabul edilemez seviyeye çıkmasına
neden olmuştu. Nusrat’ın komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey iki
gün önce kalp krizi geçirmesine rağmen göreve çıkmış ve
mayınları döktükten sonra dönerken ölmüştü. Çanakkale’de
savaşanlar için iki yıl önceki Balkan felaketinin acısı
henüz çok tazeydi. Bu durum, müttefiklerin Çanakkale’yi
geçmeleri halinde meydana gelecek daha büyük felaketleri
önlemek için onları büyük fedakârlıklara hazır hale
getirmişti.
Neticede İngiliz donanmasının iradesi kırılmış oldu.
Churchill bu olayı şöyle değerlendirmişti: “Milletlerin
servetleri akıp giderken ve milyonlarca insan cephelerde
ölürken, denizlerde dört–beş bin savaş gemisi
dolaşırken, Nusrat gemisinin gizlice döktüğü bu yirmi
demir kap harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından
bütün diğer gayretlerden daha kesin sonuçlu oldu.”
İngilizler 18 Mart’tan sonra pes edip çekilmediler.
Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirip planlarını sürdürme
ısrarı içerisindeydiler. Bunun için İngiltere’den
getirdikleri tümenleri Mısır’da toplanmakta olan
Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri ile takviye edip
15 tümenlik bir güç yığdılar. Bunların hepsi Türk
tümenlerinden daha çok askere sahipti ve daha iyi
donatılmıştı. Ayrıca iki Fransız tümeni, İngiliz ve
Fransız denizaşırı imparatorluklarından gelen Hintli ve
Senegalliler ve hatta bir Yahudi mekkare (katır) taburu
müttefik ordusunu tamamlıyor, Türk ordusunu destekleyen
birkaç yüz Alman subay ve teknisyen ise bu muharebeleri
adeta I. Dünya Savaşı’nın mikrokozmosu haline
getiriyordu.
Çanakkale SAvaşı'ndan belgelerle esir ifadeleri...
"Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken
kahramanlar: Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle
yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını
harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve
huzur içinde uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını
verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır..."
Ulu Önder Atatürk’ün böyle seslendiği yabancı askerlerin
90 yıl önceki ifadeleri Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca
yayınlanan "Destan ve Abide: Çanakkale" adlı eserinde
yayınlandı. Bugüne kadar yayınlanmamış belge ve
fotoğrafların da yer aldığı eser, Çanakkale destanında
mertliği, cesareti ve centilmenliği gözler önüne seriyor
Eserin "Belgelerle Esir İfadeleri" adlı bölümü ise ilgi
çekici öğeler taşıyor. Çanakkale Savaşı’nının bazı
esirlerinin ifadeleri şöyle:
-Yüzbaşı A.J.Dawes (Gurkha Rifles): ...Almanlara esir
olmaktansa Türklere esir olmak daha iyidir. Çünkü,
Mısır’da Mısır ordusunda ifa-yi hizmet ettiğim zaman pek
çok Türk zabitan ve ahalisi ile temasta bulunduğum
cihetle iyi bir surette malumat sahibiyim.
Binaenaleyh zaten pederim de aynı fikirde bulunduğu
cihetle beni Türklere ısındıracak surette nasayihde
bulunmuştur. Ve hakikaten vurulduktan sonra bana
ettikleri hüsn-i muameleden fevk-al-hadd müteessir ve
mütehassısım. Bana ilk kelime-i uhuvveti sarf zabit iki
gün sonra vurulmuş ve benim bulunduğum hastaneye sevk
edilmiş olduğundan orada gördüm ve gayet iyi surette
seviştik.
-Muhammed Kamara (Memleketi bilinmiyor-Müslüman
asker):... Türkler pek güzel müdafaa etmiş olmasa idiler
şimdiye kadar Fransız-İngilizler İstanbul’a
gireceklerdi. Son yağmurlarda bütün siperler dolmuştu.
Herkes ayakta durmaya mecbur kalmıştı. Yatmak mümkün
değildi. Bu hal 2 gün devam etti. Bundan böyle ben
burada yaşayacağım. Zevcem ise orada ne yaparsa
yapsın...
"TÜRKLER TARAFINDAN KURTARILDIM"
-Yüzbaşı Liuetenant S.T.W.Goodwin (Avustralya Emperyal
Forsu):
...Asker çekildiği gün sabahleyin uçuyordum. Makineme
arız olan sakatlıktan dolayı denize indim. Canımı
kurtarmak için sahile doğru yüzmeye başladım. Pek ziyade
yorulmuş bir halde iken Türkler tarafından kurtarıldım.
-Mülazım-ı Sani William George Stewart Fawkes:
...Kendime geldiğim zaman semada yıldızlar parlıyordu.
Beni ölü zanneden Türkler kafama vücuduma tüfeklerini
koymaya başladılar. Biraz kıpırdasam mucib-i helakım
olacaktı. Yine kendimden geçmişim. Tekrar kendime
geldiğim zaman zabt etmeye çalıştığım Türk siperinin
içinde ve etrafımda şefik ve rahim yüzlü Türk
evlatlarını gördüm. Bana su, yiyecek verdiler ve
omuzlarında taşıyarak müdavat-ı evveliye mevkiine
getirdiler. Bu ulvi cenabane muamelenin ve bundan buraya
gelinceye kadar gördüğüm muamele-i insani-yetkaranenin
hakikaten medyun-ı şükranıyom. Bunu burada söylediğim
gibi vatanıma dönmek nasib olursa orada da bi-muhaba
söyleyeceğime namusumla temin eylerim.
-Perrin Louis (Tunus): ... Benim hissiyatım daha fazla
kuvvetler gelip daha fazla fedakarane hareket edilirse
bu sene Boğaz’ı açabilirler. Hiçbir şikayetim yoktur.
Yalnız şarabımız noksandır. Bana gayet güzel bakıldı.
BİR ESİR MEKTUBU...
Belgelerin içerisinde yer alan ve John Styl adlı askerin
21 Ağustos 1915’te kaleme aldığı ve gazetelerde
yayınlanmak üzere ülkesindeki basın müdürlüğüne
gönderdiği mektup da savaş ortamında yaşanan
olanaksızlıklara rağmen yabancı askerlere gösterilen iyi
muameleyi gözler önüne seriyor. Styl’in mektubundan bazı
satırlar şöyle:
Bu ayın dokuzundan beri burada esir-i harp olarak
bulunuyorum. Ben Şark Lokşir Alayı’nın 6. Taburu’nda
idim.
...Gerek ben ve arkadaşlarım her hal ve hususta Türk
zabitanının ahsen-i manasıyla birer centilmen
olduklarını burada beyana fırsat yab olduğumdan dolayı
cidden bahtiyarım. Türk zabitanından daha hoş rüfekayı
seyahatle beraber bulunmak istemem. Nöbetçi neferinden
tutunuz da zabitana kadar hepsi hakkımızda nezaket-i
tamme ibraz eylediler.
...Yemek ve buna mümasil hususattaki muamelelerine
gelince her ne kadar bittabi Türk yemekleri bizimkilere
benzememekle beraber pek mebzul surette verilmektedir ki
aynı zamanda pek temiz ve lezzetlidir.
Yedi pencereli odamız büyük ve bir nezaret-i kamileye
sahiptir. Odamız her gün süpürülüp yıkanmaktadır.
Yataklarımız şikayeti mecbur olmayacak derecede rahat ve
üzerimizde fanile örtüler de pek iyidir.
...Fi-l hakika cümlemiz hüsn-i muamele görmekteyiz.
Birçok kereler üsera refiklerim ve zabitan ile
görüştüm. Cümlesi hüsn-i muameleden dolayı beyan-ı
memnuniyet eylemektedir.
|